Balkon


Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongununuza uzanın ölü    Se

Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmiyecek
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
Sezai Karakoç

Sezai Karakoç’u yaşıtlarımın aksine mona’sı veya diğer şiirlerinden önce düz yazıları ile tesadüfen tanımıdım. Henüz çocuk yaşlardaydım ama  büyülü ve hüzünlü çok zengin bir atmosferin içerisinde bulmuştum kendimi. Üstadın kitaplarında.

Çok sonraları fark ettim üstadın şiir de yazdığını. Hani her Türk biraz şairdir derler ya ben hiç öyle olmadım şiirle aram hiç iyi olmadı. Şiir benim için okullardaki ruhsuz törenlerin baharatıydı. Zaten okullarda da şiirin öğrencilere hep bir eza ve cefa olsun diye okutulduğunu düşündüm hep, ne dediği anlaşılmadık bir metni saatlerce kelime kelimkelime açıkladıktan sonra zaten metin nesir haline geliyordu, o zaman niye bu kadar zahmete giriyorduk. Vezni, uyağı, imgesiyle niye uğraşıyorduk bu kadar. Lafı uzatmadan süslemeden doğrudan söylesek olmaz mı diye düşünmüşümdür, hep.

Şiire ilişkin önyargılarımı, Necip Fazıl’ın çilesi değiştirmişti, hem anlaşılır bir metin hem musiki hem imge hem de uyağın önemli bir uyumu vardı üstadın şiirlerinde. Ama yine de çok barışık olmadım şiirle uzun zaman

Sezai karakoç’un ilk şiir kitaplarını gördüğümde epey şaşırmıştım (artık kitaplarımı kütüphaneden ödünç almak yerine kendim kitapçılardan satın alabiliyordum)

Kitabı elime alıp rastgele karıştırırken Üstadın ilk okuduğum şiiri balkon olmuştu. Ne yalan söyleyeyim şok olmuştum;
Atilla İlhan’ın da ifade ettiği gibi ““Ölçülü, içten, efendice bir şiir olan Balkon’u gerek şiir gerek nesir yönünden kim anlamsız bulabilir?”  di.

Evet her şey ortada idi, ister al nesir olarak oku, ister nazım olarak, ama bana hiç Haydar Hepsev’in de ifade ettiği gibi hiç efendice gelmemişti.   Şiir adeta bir isyanın çığlığın, devrimci ifadesiydi.

Batılaşmayı “batılılar, Avrupalılar gibi yaşama”  olarak algılayan toplumun önde gelen “aydınlanmış despotları”, her şeyi sil baş ederken bir sürü güzel şeyi koparıp attılar yaşamımızdan, toplum yeni baştan dizayn edilirken Bu doğrultuda sanattan mimarîye, giyim kuşamdan düşünceye toplum olarak değişimler geçirdik ve modernleşmeye çabaladık.  Tüm bunların soncunda ne kadar modernleşebildiğimiz sorusu hala ortada duruyor.

Modernleşmeyi başaramadıysak da tüm sıkıntılarını almayı başardık. Onca çabanın sonucunda üstadın da ifade ettiği gibi yalnızlık, huzursuzluk, bunalım ve benmerkezciliği almayı başardık.

Balkonlar “modernleşme” maceramızın en güzel ifadesidir aslında kimisi ya çirkin demirle kapatıldı, yada “yüklük” muamelesi gördü, çok azı balkon “balkon” gibi kullanıldı/kullanılıyor

İlk düşen kalelerimiz “cumba”lardı. Mahremiyetin dışa dönüş ifadeleriydi cumbalar, herkesin yaşamı mahrem ama sokak ortak alandı, insanlar sokağı dolayısıyla konu komşusunu bilmek tanımak zorundaydı. Çünkü öyle diyordu geldikleri kültür; onlar “komşusu açken tok yatamaz”lardı, onların dertleri ile dertlenir, en zor verilecek hesabın “komşu hesabı” olduğunu bilirlerdi külünü dahi muhtaç olduklarını bildikleri komşularını daima korur kollarlardı. O yüzden mahalledeki herkes herkesi bilir tanır ve severdi.
Cumbalar düştü, öne; evler üst üste konmaya başladı, mesafeler kısaldıkça eskiye ait her şey bir bir uzaklaştı hayatımızdan. Cumbalar düşüp yerine ucube balkonlar geldiğinde kabullenemedik bu durumu artık sokağa bakamıyorduk, sokağa baktığımızda “sokak” ta bize bakıyordu, korktuk içeri çekildik mahremiyet yok olmuştu artık karşının balkonu bizim evimizin için görüyordu üstelik de artık karşıyı görsün diye yapılıyordu. İçeri çekildikçe yalnızlaştık, huzursuz olduk kimseden haberimiz olmadı, artık komşularla ancak ya asansörde yada apartman girişlerinde karşılaşır olduk. Veya şikayet e gittiğimizde, artık ne sevincimizi ne de kederimizi paylaşabiliyorduk.

Balkon, toplum yaşamımızda artık bir devrin bitişinin alâmetifarikasıydı. Bundan sonra hayatımızda fesleğen, devetabanı, akşamsefası kokularının yerini soğuk ve plastik çiçekler alacaktı. Karşı tarafı gören yerlerde pencerelerin yan tarafa konduğu cumbaların yerine ne idüğü belirsiz çirkin çıkıntılar alacak, yıllardır yan yana dostluk, sevgi, barış ve dayanışma içinde bir arada yaşayan insanlar artık üst üste, karşı karşıya kavga, gürültü içinde yalnız ve bencil yaşayacak, komşunun komşudan haberi olmayacaktı.

İlkin çocuklarını kaybetti anneler, sonra komşularını, sonra her şeylerini geriye bir tabut yalnızlığında balkonları kaldı.

Şair yinede umutludur. O evleri balkonsuz yapan ustaların bir gün geri geleceklerini ummaktadır.  Ama ben o umudu taşımıyorum artık “çünkü giden geri gelmiyor” ancak  ya tapucak mahallesinde,  ya eski hükümet caddesinde veya valiliğin arka sokağında birkaç şanlı direnişçi kaldı, akan trafiğe, belediyenin asfaltına, modernliğin çaldığı hayatlarına inat, çocuklarını kaptırsalar da bu azgın canavara her gün komşu sohbeti ediyor sokağı süpürüyorlar, bir tas sıcak çorbayı taşıyorlar yandaki evlerine, 

Maalesef ben şair gibi umutlu değilim artık onlarda hergün sıvası, badanası ve cumbasını kaybeden evleri ve evlerini kaybeden, kırmahallesi, mahmudiyesi, şabaniyesi şamkapısı ve sihayseri, gibi  birer birer hayatımızdan çekilecekler. Son direnişçiler de gittiğinde son kalelerimizi de kaybedeceğiz.
Ve o gün hepimizi balkonlara gömecekler

  Atillaİlhan. İkinci Yeni Savaşı, Bilgi Yay., İstanbul 1983, s.45)
  HM Hepsev Balkon Şiiri ve Sazi Karakoç Üzerine , Yeni Asya Gazetesi  (19 Eylül 1994, s.6)
  Can şen Balkon İmgesi Üzerine Bir Deneme, http://www.turkedebiyatimiz.com/index.php?mod=article&cat=Tahlil%C4%B0nceleme&article=118

Yorum Gönder

0 Yorumlar