James Joyce’un genç bir
sanatçının Cizvitlerin katı disiplini içerisinde, kendi özelliğini keşfetme ve
inanç sorunlarıyla boğuşma macerasını ele aldığı bu romanında bana kalan en
önemli şey Hıristiyanlığın bütün sisteminin adeta ilk günahı işletmemek üzerine
kurulu olduğu ve ilk günahı işledikten sonra her şeyin çok kolay olduğu idi;
zira günahı işledikten sonra itiraf ettinizmi herşey halloluyordu. (valla bunca
girizgahı Joyce’den anladığın bu muydu? Demiylesiniz
diye yaptım)
Rahmetli Cemil Meriç[1] bizde neden roman yok? Sorusuna
cevap olarak batı toplumlarının dışa vurumcu (itirafçı) olmasına karşın; doğu
toplumlarını ise mahremiyetçi olmasının bunda büyük etkisi olduğunu
söyler. Dolayısıyla da romanın
batılılaşma hareketinden sonra başlaması da bir tesadüf değildir üstada göre. [2]
İslam / Osmanlı şehirlerinde sokağın
hele de çıkmaz sokağın oluşumu tamda Cemil Meriç’in vurgusunu yaptığı gibi
mahremiyet kavramı üzerine kurulmuştur.
Şehirli bir din olarak ortaya çıkan
İslamiyet geliştikçe ona paralel olarak şehirlerde gelişti. İslamiyet şehir ve
şehir yaşamına ilişkin kuralları en başından koyduğu için “İslam şehri” İslam
ülkelerindeki genel bir kavramı ifade eder hale geldi.[3]
İslam şehirlerinde sosyal
dayanışma ve katılım, temelde sadece mahalle düzeyinde etkili olmuş sayılabilir.
Genelde bir mescit çevresinde oluşan fiziksel yapısı, konut ve yol ilişkileri,
çıkmaz sokaklarıyla Osmanlı şehri, İslam şehirlerinin genel özelliklerini
taşımıştır. Bu husus, Osmanlı toplumunun İslami ilkelere yüzyıllar boyu
uymasıyla ortaya çıkmıştır.[4]
Osmanlıda mahalle
aynı zamanda sosyal bir görev ifa eder. Bu açıdan mahalleyi oluşturan nüfus
unsuru birbirlerini tanımakta, davranışlarını kontrol etmekte ve belirli bir
dayanışma göstermektedir. İster bir ailenin fertleri veya aynı kökten gelen
akrabalar olsun, isterse tam tersi olarak fertler arasında herhangi bir
akrabalık mevcut olmasın; ancak, birbiri ile sosyo-ekonomik bağlar kurmuş,
karşılıklı bir dayanışma sistemine ulaşmış birbirleri ile arasındaki tecrid
faktörünü yıkmış kimselerin birbirinden uzak ya da yakın mesafede tesis etmiş
oldukları meskenlerin meydana getirdiği topluluk olarak da mahallenin önemli
bir yeri vardır.[5]
Mahalle halkı birbirini
tanır, birbirine güvenir ve kefil olurdu. Bu yüzden şehirde sıkı bir toplumsal
güvenlik ve birlik sağlanmıştır. Nitekim bir başka tarifte bu husus açıkça
belirginleşmektedir. Osmanlı şehrinde mahalle, birbirini tanıyan, bir ölçüde
birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerin
meydana getirdiği topluluğun yaşadığı yerdir. Bir başka deyişle aynı mescitte
ibadet eden “cemaat”in aileleriyle birlikte yerleştikleri kesimdir[6]
Bununla birlikte
mahallelerin tanımlanmasında aynı meslekten olma gibi ekonomik özelliklerin de
bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim bazı Osmanlı şehirlerinde meslek
adlarıyla anılan mahalleler bulunmaktaydı.[7]
Genel güvenliğin sağlanması Osmanlı merkezinin önemle üzerinde
durduğu konulardan biri olmuştur. Şehir içi güvenlik söz konusu olduğunda bunu
sağlamak amacı ile alınan önlemlerden belki de en önemlisi mahalle halkının
birbirine karşılıklı olarak kefil olmalarıdır. Böylece işlenen suçların
failleri bulunamadığı zaman cezanın tüm mahalle halkından alınması şeklinde
ortaya çıkmaktadır. Böylelikle faili bilinmeyen olayların sayısında bir düşme
sağlandığı gibi daha sonra ceza ödememek amacı ile mahalle halkının karanlıkta
kalma ihtimali olan pek çok olayı kadıya kaydettirdikleri görülmektedir.[8]
Özellikle Osmanlı imparatorluğunun
kuruluş ve yükseliş dönemlerinde mahalle, hem toplumsal hem idari açıdan
sistemin temel yapı taşlarından birini oluşturur. Mahalle; başında imamı olan,
kendine özgü gelir kaynakları olan, hocasıyla, bekçisiyle ve mahallelilerin
birbirine kenetlenmiş ligiyle birlikte bir toplumsal ve idari birimdir.
Osmanlı mahallelerinde bir
meydan ile cadde ve sokakların şehrin meydanına bağlandığı bu sistemin en
belirgin özelliği, çıkmaz ve dolambaçlı sokaklar ile bu sokakları süsleyen
bahçeli evlerin belli bir ahenk içinde bulunuşudur. Bu durumuyla mahalle adeta
şehrin bir minyatürü gibidir.[9]
Başkente Anadolu ve Rumeli’den
getirilerek yerleşenler, kısa sürede, mescitle çevresinde oluşan mahalleleri iskân
etmişlerdir. Bu yüzden mahalle isimleri genellikle cami veya önemli din
adamlarının isimleri ile anılmışlardır. Nitekim Rafet Metin Niğde ile ilgili
yaptığı araştırmada İnceleme
alanında mevcut mahalle isimlerini değerlendirirken bunların ekseriyetle dini
yapı ile ilgili olduğu ve daha çok mescit isimlerinin tercih edildiğini. XVI.
yüzyılın başında, Niğde merkezinde toplam 29 mahalleden 25 tanesi ismini
mescitten alırken, 1 tanesi camiden 1 tanesi Ermeniyan diğeri Rumiyan ve birisi
de Dıryan ismini aldığını belirtmektedir.(yazar yüzyılın sonunda Niğde’de
bulanan %54’nün isminin cami isminden alırken bu oranın Karaman’da %5 olduğunu
belirtmektedir.)[10]
Camiler Osmanlı
mahallesinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Camiler sadece ibadet edilen
yerler değil aynı zamanda kahvehane, imaret, hastane ve okullarında yer aldığı
en önemli mekânlardır.
Mahallenin idarî
merkezi dini bir yapı olan cami ya da mescit olup idarecisi ise imamdır.
Mahallenin cami ya da mescit etrafında şekillenmesi konusunda,
1-Herhangi bir
sahadaki halkı belirli zamanlarda bir araya toplayarak, onları tanıştırmak,
dinî ve dünyevî işlerini görmek, aynı zamanda merkezi otoritenin emir ve yasaklarını
duyurmak için cami-nin uygun bir mekân olduğu,
2-Halkın yaşayış
biçimini kontrol etmek suretiyle, dolaylı bir “üretim kontrolü”nü
gerçekleştirmenin etkili bir aracı olduğu,
3-Toplum içinde
kaynaşmayı temin ederek, mahalleli fikri etrafında toplanarak, gerektiği zaman
“toplumsal ortak kararlar”ı ortaya koyabilmeyi sağlayan mekan olarak ayrı bir
önem kazandığı” ifade edilmiştir. Buna göre şehrin temel birimi mahalle,
mahallenin idare merkezi de camidir. Dolayısı ile de, mahallenin idarecisi
“imam”dır.”[11]
Geleneksel
kent kültürünün prototip örnekleri Osmanlı döneminde klâsik yapısına
kavuşmuştur. Toplumsal, ekonomik, kültürel ilişkilerin köy ve kırsal yerleşim
birimlerine göre daha karmaşık ve yoğun olan kent yaşamı Osmanlı’da aile mâsumiyeti
ve mahremiyeti çevresinde gelişen bir mimari karakter ortaya koyar. Kent
mimarisinin temel unsurlarının başında evler gelir. Evler belirli anlayışlar çevresinde mahalleleri oluşturur.
Evden mahalleye ve semte yönelen bu sürecin tüm aşamalarında aile değerleri
etkili olmuştur.[12]
“Doğulu Yapı” olarak tanımlanan organik yapının başlıca
özellikleri kısaca şöyle özetlenebilir: “Sokaklar dardır. Sokak genişlikleri,
daha çok yayalar ve yük taşıyan hayvanlara göre yapılmıştır. Sokaklar sık sık
yön değiştirmektedir. Uzun bir mesafede sokakların yön değiştirmeden devamı
enderdir. Sokakların doğrultuları ve genişlikleri de çok sık değişir; dar ve
geniş sokak parçaları düzensiz olarak birbiri ardından gelir. Caddelerin
cephesiyle evlerin ve arsaların cephesinin birbirine uygunluğu enderdir.
Nihayet doğulu yapı tipinin bir belirtisi olarak birçok yol, bir sona ulaşmadan
kalır. Bunlar kısa veya uzun, başka kolları olan veya olmayan, genişlikleri
birbiri ardınca değişen çıkmaz sokaklardır”. [13]
Alaprslan Aliağaoğluna göre
şehirlerdeki cadde ve sokak (yol sisteminin) ortaya çıkışının nedenleri, eski
mahalle sistemi topografya, iklim, şehir eski çekirdeğine ulaşan yollar
demiryolu istasyonunun şehre göre konumu ve planlamadır.[14]
Çıkmaz sokak
kültürünün de İslâm etkisindeki aile mahremiyeti ve masumiyeti ile kuşkusuz
doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. Klâsik dönemin önde gelen İstanbul, Bursa,
Halep, Kudüs, Şam, Kahire gibi şehirlerde böyle bir ev tipi doğal olarak aynı
felsefeyi sokak ve mahalle kültürüne de yansıtmıştır. Herhangi bir Müslüman
kentinin havadan çekilmiş bir fotoğrafı bir labirenti andırır. Önceden
tasarlanmış bir plana uymak yerine, binalar, ulaşım yollarının ya etraflarından
dolaşmasına ya da iyi kötü aralarından geçmeye uğraşmalarına sebep olmuşlardır.
Sonuç, olağanüstü sayıda çıkmaz sokak ve düz bir hat izlediklerinde çok ender
rastlanan sokak çizgileridir.
Aileyi toplumun gözü önünden çeken
dinsel inançlar böylelikle mimari tarzı da etkilemiş olmaktadır. Özel yaşamı
dışarıyla yalıtan (soyutlayan) bu
anlayışın Osmanlı’da da kabul gördüğü gözlenmektedir. Osmanlı evlerinde hayat adı verilen yine dış dünyayı
tümüyle avluda düşünen bir mekân bulunur. “İki katlı evlerin ilk giriş katları
bahçe duvarının devamı olup penceresiz yapılmıştır.” Kalın bahçe duvarıyla
çevrili olan evlerin “alt katında samanlık, ahır, odunluk, kiler, ambar,
aşhane, mutfak, kış odası, fırın damı; üst katta ise divanhane denen ana oda,
harem yani iç oda, selamlık yani dış oda, kahve odası ve yaz odası bulunur.
Evler cumbalıdır” [15]
Çıkmaz sokak oluşumunu etkileyen önemli diğer önemli faktörleri
de; arsa mülkiyeti, evlerin yerleştirilmesinde de görülen bireyci tutum, İslam’ın
mahremiyete verdiği önem, iklim ve arazi vb. olarak sayılabilir. .[16]
Yaşar SUBAŞI DİREK Diyarbakır üzerine yaptığı çalışmada,
sokakların çıkmaz oluş nedenleri arasına kentin sur içine sıkışmış olması ve iklime(
sıcaktan korunmayı) da eklemektedir.
“Kentin Sur içi’nde, sokaklar, genellikle bir arabanın
geçemeyeceği kadar dardır. Sıcağın etkisinden kurtulmak ve kentin Sur-içi’ne
sıkışmış olması zorunluluğu, bu sokakların dar olmasına neden olarak
gösterilebilir. Yörede iklimin çok sıcak olması ve Surların, yazın esen serin rüzgârı
kesmesi sonucu sokaklar, hava akımını sağlamak amacı ile birbirlerine kesen ve
aynı zamanda birbirlerine paralel olan bir plan göstermişlerdir. Ayrıca
sokakların dar, konutların duvarlarının yüksek olmaları sonucu gölgelik alanlar
çoğalmış ve serinletici öğeler belirmiştir”[17]
Alpaslan ALİAĞAOĞLU Afyon üzerine yaptığı bir
çalışmada topografyanın ’da çıkmaz sokak oluşumu etkileyen önemli unsurlar
arasında olduğunu söylemektedir.[18]
Mehmet Bayartan ise Çıkmaz Sokak oluşumuna Türk kültürünün de
etkisi olduğunu; iskana tutulan çeşitli aşiretlere bağlı obalar, oymakların
yerleştikleri alanda (şehirlerde bu mahalleler şeklinde idi )gerek gelenek
kültürel bağlamda kendi içerisinde kapalı bir sistem tekil ettiklerini, bu
şekilde merkezden çevreye dağılmayı önlemekte olduğunu ve bununda kapalı sokak
tiplerin oluşmasına sebebiyet verdiğini söylemektedir.[19]
Çıkmaz
sokakların bulunduğu bazı mahallelerin girişlerinde kapılar bulunmaktadır.
Stefan Yerasimos bu konuyu kamu alanlarıyla bağlantı kurarak açıklamaktadır.
Ona göre, İslâm kentinde kamu alanından söz edilemez. Özel kişilere,
hükümdarlara ve vakıflara ait özel mülklerin yanında, komşuların ya da bütün
cemaatin ortak mülkiyeti altında bulunan alanlar vardır. Bu ilke en iyi
şekilde, yol şebekesinin hukukî açıdan iki kategoride sınıflandırılmasında
görülür: İlki bütün cemaatin ortak malı sayılan iki tarafı açık yol, ikincisi
ise yalnız sokak sakinlerinin (komşuların) ortak mülkü sayılan çıkmaz sokaktır.
Böylece çıkmaz sokağın girişine bir kapı yaptırıp burasını dışarıdan gelen
insanlara kapatmışlardır[20].
Çıkmaz sokakta belirginleşen mahremiyet kültürü aslında evin
konumunda ve yapısında başlayan bu duyarlılığın sokak ve mahalleye
yansıtılmasından ibarettir. Bu aslında evin şahsında ailevî bir duyarlılıktır.
Bunun İslâm’ın bu yolda algılanmasından kaynaklandığı ise son derece açıktır.
Dolayısıyla İslâm, “kadın mahremiyetini yalnızca fiziksel veya sözlü iletişimle
değil, görme yoluyla dahi bozabilme olasılığını en aza indirgeyen katı ayırımcı
kurallar getirir. Evlerin yapısı, kapı ve pencerelerin yerleri ve şekilleri,
evler arasındaki uzaklık, bütün bunlar belli ölçüde ayırımcı yasalar ve
normlardan kaynaklanırlar”[21]
Sonuç olarak Osmanlı
şehrinde bireysel bir topluluk mekânı yaratma gayreti, hemen hemen her konutun
biçimlendirilmesinde temel fikir olarak görülür. Genel olarak, Türkiye’deki
eski evler ve dokular daima dışarıya kapalı bir iç dünya oluşturmuşlardır.[22]
Osmanlıda açık mekan ulaşımı esas
alınmış; genelde dar, dolambaçlı, yokuş hatta basamaklı sokak düzeninin
görüldüğü çıkmaz sokaklar da yaya ulaşımının yaygınlığının bir göstergesi
olmuştur.[23]
Dolaşım ağının bir parçası olan ve batıdaki örneklerinden farklı olan Osmanlı
kenti meydanları da, mahalle ya da yerleşim dokuları içinde sokakların
kesiştiği noktalarda oluşan, çeşme ya da herhangi bir su elemanı veya namazgâh
ile bütünleşen açık alanlar olup daha geç dönemlerde aynı zamanda bir cami
önünde ya da han girişinde pazar yeri işlevi de gören mekanlar halini almıştır
B. Bolak Hisarlıgil, B. Uluoğlu, eski şehirlerde sokağın, evlerin
bir devamı hatta parçası olarak algılandığını söylerler; çıkmaz sokak kavramına
karşı çıkar, evin önündeki çıkmazın sokakta yürüme eylemini kesintiye
uğratmadığını sokağın sürekliliğini evin sağladığını, evlerin bu çıkmazların
sokağın başlangıç ve bitişlerini bir araya getirir. Evlerin sokağın
sürekliliğini çıkmazlarla değil bazen “kabaltı” olarak ifade edilen yolun
odanın altından geçtiği yapılarla karşılaşıldığını hatta sokakta oturmak için
kabaltılara ve evlerin önlerine sedir yapıldığını ve halen eski kentlerde insanların
kapılarını aralık bırakarak burada oturduklarını dolayısıyla yaygın ve
geleneksel mekânın dini inançlara bağlı olarak içe dönük olduğu kabulünün
aksine sokakların da artık evin bar parçası haline geldiğini savunurlar[24]
Aynı şekilde Yıldırım ve Çobanoğlu’da sokakların/çıkmaz
sokağın bu işlevine dikkat çekmektedir: ”Çeşme başları, çıkmaz sokak sonları,
kapı önleri gibi yerler, özellikle de kadınlar arasında çeşitli sosyalleşme imkânları
yaratmaktadır. Bir yandan bütünleşme sağlanırken, bir yandan da toplumsal
yaşantının diğer bir gereği olan özel hayatın gereksinimlerine yanıt veren
geleneksel yapı dokuları, etik alanında önemli bir kavram olan mahremiyet imkânını
vermektedir”.[25]
Çıkmaz sokaklarla ilgili tüm bu pozitif
değerlendirmelere karşılık Necmi Erdoğan tabi/Madun kesimin sokağı/çıkmaz
sokağı gayri kanuni işlerde nasıl kullandıklarına ilişkin çeşitli negatif
örnekler sıralıyor. (3. Murad zamanında Şeyhülislam Ebusuud Efendi'nin
kahveye dair “Mesavihanedir. Ana varmaktan meyhaneye varmak evladır” ve
"Her nesneki fahm mertebesine vara, yani kömir ola haramı sırfdır”
fetvasıyla yasak çıkarıldıktan sonra : "Mahalle aralarında, ara
sokaklarda, çıkmaz sokaklarda, bazı dükkanların ard kısımlarında gizli
koltuk kahveleri açıldığını. Kahveciler de bu yasağın tatbikine memur subaşı
ile asesbaşıya ve adamlarına göz yumma payı verdiklerini belirtiyor)[26]*
Tanzimat
Fermanı ile 19. yüzyılın ilk yarısında, Ortaylı’nın ahşap bir metropol olarak
adlandırdığı şehir bir çok yangına sahne olur. Bir tedbir ve yeniden yapılanma
düzenlemeleri olarak yangına karşı şehircilikle ilgili düzenleme ve uygulamalar
gerçekleştirilmiştir. Ahşap sivil konut mimarisi, deprem kuşağında olan şehri
ayakta tutacak bir çözüm olarak kendini üretmişken, altyapı sorununa çözüm
arayışında eski çözüm tamamen bertaraf edilerek, dört elle yenisine sarılınır
Şehirlerde cadde ve sokak sistemini etkileyen temel etmenlerden
biri de hiç kuşkusuz planlamadır. Ancak planlama olayını iki şekilde ele alıp
irdelemek faydalı olacaktır. Bunlardan birincisi, Tanzimattan sonra,
batılılaşmanın etkisiyle ortaya çıkan, şehirlerimizin dokusunun değişiminde son
derece etkili olan Ebniye Kanunlarıdır. Tanzimat Fermanı ile 19.
yüzyılın ilk yarısında, Ortaylı’nın ahşap bir metropol olarak adlandırdığı
şehir bir çok yangına sahne olur. Bir tedbir ve yeniden yapılanma düzenlemeleri
olarak yangına karşı şehircilikle ilgili düzenleme ve uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
Ahşap sivil konut mimarisi, deprem kuşağında olan şehri ayakta tutacak bir
çözüm olarak kendini üretmişken, altyapı sorununa çözüm arayışında eski çözüm
tamamen bertaraf edilerek, dört elle yenisine sarılınır. 1839 tarihinde
yayımlanan İlmühaber’de açılması öngörülen yolların güzergâhları ve yol
kademelenmesi hakkında ilkeler yer almaktadır. Belgenin imara ilişkin ilkeleri
şöyle özetlenebilir. Bina yaptırmak isteyenler kâgir yaptıracak, geliştirilecek
mahallelerde geometrik esasa göre düzenlenmiş geniş yollar açılacak, ahşap bina
yapılmasına hiçbir şekilde izin verilmeyecekti. Kâgir bina yapacak ekonomik
güce sahip olmayanların ahşap binaları ‘az uzacık’ yerlerde yapmalarına engel
olunmayacaktı. Çıkmaz sokaklara izin verilmeyecekti. [27] “1264/1848 Tarihli 1. Ebniye Nizamnamesi, aynı
tarihli Ebniye Beyannamesi, 1265/1849 Ebniye Nizamnamesi maddeleri arasında;
han, hane ve dükkânların belirli bir hiza tutturmaları, hiçbir binanın
diğerinin önüne çıkmaması, genişletilen ve düzleştirilen yollarda yanmış
olanların yerine yeniden yapılacak binaların geri çekilerek inşası, aksihalde
ruhsat verilmeyeceğini kesin hükümlere bağlanmıştır. İşte bu Ebniye Nizamnamesi ile İstanbul için geçerliliğini koruyan bu
düzenlemeler, 1858 tarihli Sokaklara Dair Nizamname ile yerleştirildi ve
pekiştirildi. Ardından 1863 tarihli Turuk ve Ebniye Nizamnamesi ile ilgili
düzenlemeler, İstanbul dışındaki kentler ve büyük kasabalara uygulanmak üzere
yaygınlık kazanmış ve bunun sonucu olarak şehirlerimizde
ızgara planlı sokak sistemi ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet dönemi ile birlikte bu
dokunun yaygınlaştığı görülmektedir.[28]
19. yüzyıl Osmanlı
şehircilik uygulamaları kaynağını batıda bulan, kendi kültürel bağları ile bir
etkileşim geliştirme kaygısı taşımaksızın bir tür doğrudan transfer etme
biçiminde kadim şehre müdahale edilmişti. Şehrin yüzyılların birikimi ile
beslenen ruhsal havası görsellik, rahat ve konforlu yaşam adına sorgusuz
sualsiz terk ediliyordu. Çıkış kaynağı ve ihtiyaçlar anlamında Batı’da
filizlenen ve gerçekleşen şehircilik uygulamaları sadece Osmanlı toplumu ve
değişen ihtiyaçlara uyum açısından bir değerlendirmeye alınmadığı gibi, bu
uygulamaların Batı toplumu için anlamı da bilinmiyordu. [29]
1860’larda yemek
düzeninde çatal ve bıçağın kullanılmaya başlanması, masada oturarak yemek yeme
alışkanlığının toplumda yaygınlaşması, sedir ve minder yerine iskemle ve
koltuk, yer yatağı yerine karyola, sandık ve yüklük yerine gardırop, komodin
gibi Batı tarzı mobilyaların kullanılmaya başlanması, alaturka tuvalet ve banyo
kullanım alışkanlığının batı tarzında dönüşümü konut planlamalarının değişimine
yol açmıştır. Göçebe dönemlerden gelen yaşam tarzına uygun biçimlenen geleneksel
Osmanlı konutunun çok işlevli odası yerini tek işlevli odalara bırakırken; bir
bağlantı mekânı olmasının ötesinde bir yaşam mekânı olarak kullanılan sofa da
yavaş yavaş yerini koridor ve hollere bırakmıştır.
Bu tabloyu daha da vahim hale getiren
40-50 yıllarda şirket kuran her Türk vatandaşının taahhüt işlerini de faaliyet
alanına eklemesi ve yapsatçı ev yapımlarını ortaya çıkarmış, insan ve insanın
temel ihtiyaçlarını anlamaktan uzak bu kişiler, yıllardır oluşmuş bu kültürü
bir tarafa bırakmış en temel kaygısı nicel değil nitel olmuştur.
Geleneksel Türk kentleri
ve kent kültürü sanayileşme ile birlikte ortaya çıkmadığı gibi doğal olarak
buna uygun bir gelişme de göstermemiştir. Büyük ölçüde tabiatla ve çevre ile
uyumlu olan bu sürecin bugün karşılaştığı sorunların başında çarpık sanayileşme
ile teknolojik müdahaleler gelmektedir. Ancak burada asıl sorun sanayileşme
karşıtı mücadele ile teknolojiyi bir tehdit olarak algılama noktasında
başlamaktadır. Çözüm teknoloji karşıtı bir mücadele ile değil bilakis kentleri
teknoloji ile barışık ve uyumlu hale getirecek planlı ve akılcı projelerde
yatmaktadır.[30]
Çıkmaz sokak ile metaforik bir
tezatlık ilişkisi içinde olan meydan ve bulvar kavramları arka plan
araştırmasında, çıkmaz sokak eski, organik şehir dokusu ve yapılanmasının
özgün bir parçası ve yorumu olarak ortaya çıkmıştır. İnsancıl karakteri ile
insanın düşün dünyasının ufuklarını her zaman kesme iddiası taşımamaktadır.
Katı olan her şeyin buharlaşarak modernitenin ömrünü tamamladığı yüzyılımızda,
post modern çıkış veya çırpınışlarda belki de çıkmaz sokak yorumu kendine
güvenli bir yer edinebilir. Mekânsal biçimlendirmeye nicelik değil nitelik
açısından ve insanın duygu dünyası ve toplumsal değerler perspektifinden
bakıldığında, çıkmaz sokak kavramı yeni anlam ve yorumlarla bezenip açıklanabilir
Bu bağlamda çıkmaz sokak formu, tarihsel ve toplumsal tecrübemizden süzülen birçok
kavramı içinde barındıran bir süzgeç işlevi görebilir. Çıkmaz sokakta biriken
kavramlar dayanışma, sorumluluk, hoşgörü, sabır, şefkat, sevgi, merhamet,
saygı, nezaket, edep, mahremiyet vb çoğaltılabilir. Bu kavramları biriktiren ve
saklayan çıkmaz sokak, geleneğimizin ‘kendini bilme’ tecrübesini oluşturmada
işlevsellik üstlenmekte ve bu yönde toplumun manevi performansının sınırlarını
zorlamaktadır. Böylece çıkmaz sokak, toplumsal manevi terbiye biçiminin ve
şehrin ruhsal havasının bütünlüğünün bir yansıması olarak var olmakta ve kimlik
kazanmaktadır[31].
Aslında ait olduğumuz toplumu üreten değerler ile
ait olmaya çalıştığımız toplumsal deneyimi üreten değerleri doğru okumadan ve
tahlil etmeden, yukarıda bahsi olunan özgün formları ne fark etmek, ne de
koruyabilmek mümkün olabilecektir.
[1] Cemil Meriç
“Kırk Ambar”; Ötüken Yayınları 1982 İstanbul s. 173
[2] Allah, zulme
uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir,
bilendir.(Nisa Suresi; 148.Ayet
[3] Fatma Acun,
Doç. Dr. “Osmanlı Şehirlerinde Devlet ve Sivil Toplum” Sivil Toplum dergisi,
Nisan-Haziran 2005 s.52
[4] Mehmet
Bayırtan; Osmanlı Şehrinde Bir İdari
Birim: Mahalle; Coğrafya Dergisi Sayı
13, Sayfa 97, İstanbul, 2005
[5] Rafet Metin,
“XVI. Yüzyılda Niğde Ve Kırşehir Sancaklarında Mahalle Yapılanması”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı: 20, Kış 2009, S.46
[6] Mehmet
Bayırtan; Osmanlı Şehrinde Bir İdari
Birim: Mahalle; Coğrafya Dergisi Sayı
13, Sayfa 97, İstanbul, 2005
[7] Emine Erdogan,
“Tahrir Defterlerine Göre Ankara Şehri Yerleşmeleri” Gazi Üniversitesi Kırşehir
Eğitim M Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, (2005), S.256
[8] Ömer Düzbakar; Osmanlı Döneminde Mahalle Ve İşlevleri,
U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 4, Sayı: 5, 2003/2,
S.100-101
[10] Rafet Metin
Karadeniz Araştırmaları, Sayı 20 / 2009, Sayfa: 45
[11] Ahmet Alkan,
“Fatih Dönemi Osmanlı Şehri”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, S. 2, Ocak
1988 Konya, s. 143-144
[12] Prof. Dr. İsmail Doğan Korumacılığın Geleneksel Kent
Kültüründen Çıkarması Gereken Dersler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, Yıl: 2002, Cilt: 35, Sayı: 1-2 S16
[13] Alpaslan Aliağaoğlu;
“Afyon’da Şehir Morfolojisinin İki Unsuru: Cadde-Sokak Sistemi Ve
Konutlar”
Coğrafi Bilimler Dergisi, 2003, 1(2), S
66
[15] Prof. Dr. İsmail Doğan Korumacılığın Geleneksel Kent
Kültüründen Çıkarması Gereken Dersler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, Yıl: 2002, Cilt: 35, Sayı: 1-2 S16
[16] Alpaslan Aliağaoğlu;
“Afyon’da Şehir Morfolojisinin İki Unsuru: Cadde-Sokak Sistemi Ve
Konutlar”
Coğrafi Bilimler Dergisi, 2003, 1(2), S
66
[17] Dr. Yaşar Subaşı Direk Sosyo-Kültürel Yapının Konut
Oluşumuna Etkisi: Diyarbakır Örneği Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi Www.E-Sosder.Com
Issn:1304-0278 Bahar-2006 C.5 S.16 (105-113)
[19] Mehmet
Bayırtan, “Tarihi Coğrafya Çalışmaları Açısından Şehir Ve Osmanlı Şehri”;
Coğrafya Dergisi Sayı 13 İstanbul 2005; S 89;
[20] Ömer Düzbakar;
“İslam-Osmanlı Ceza Hukukunda Hırsızlık Suçu: 16-18. Yüzyıllarda Bursa Şer'iyye
Sicillerine Yansıyan Örnekler”; Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2008,(2):s.98
[21] Prof. Dr. İsmail DOĞAN; “Korumacılığın Geleneksel Kent
Kültüründen Çıkarması Gereken Dersler”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, yıl: 2002, cilt: 35, sayı: 1-2 s18
[23] Malkoç Yiğit
ve Sönmez Türel; “İlkçağlardan Günümüze Anadolu’da Açık Mekânın Evrimi”,
Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi, 2006 3(2) S. 187
[24] Beyhan BOLAK
HİSARLIGİL; Belkıs ULUOĞLU “Geleneksel Anadolu yerleşmelerinde “ara”ların hermeneutik-fenomenolojisi”
İTÜ dergisi/a mimarlık, planlama, tasarım Cilt:7, Sayı:2, Eylül 2008 s.73-75
[25] Ayşe Ege YILDIRIM -Doç.Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU; “Biyoetik Bir Miras
Geleneksel Yerleşim Biçimlerinde Biyoetik Değerler”; Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2009, S.110
[26] Necmi
Erdoğan "Devleti İdare Etmek': Maduniyet ve Düzenbazlık", Toplum
ve Bilim 83 Yıl 2000 s.8
* Konuyla İlgili
Daha Detaylı Bilgi İçin Göktaş, E.. Osmanlı
Döneminde Kahvehaneler, Kıraathaneler Ve Bunların İşlevleri. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi Yıl 199 Sayı 11 Bakılabilir.
[27] Yrd.
Doç. Dr. Aynur Can; Çıkmaz Sokak’ Üzerine Açılım; Birlik Dergisi, Yıl 35 sayı
65 İstanbul 2008; s.54
[29]Yrd.
Doç. Dr. Aynur Can; aynı yer
[30] Prof. Dr. İsmail Doğan Korumacılığın Geleneksel Kent
Kültüründen Çıkarması Gereken Dersler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, yıl: 2002, cilt: 35, sayı: 1-2 s19
[31] Yrd.
Doç. Dr. Aynur Can; Çıkmaz Sokak’ Üzerine Açılım; Birlik Dergisi, Yıl 35 sayı
65 İstanbul 2008; s.54
0 Yorumlar